Uzaklarda bir alem, çocukluk…

Ann Arbor’da kışın sonu olup da henüz baharın gelmediği, güneşli ama çiğ, donuk bir gün, beni karşısına oturtmuş, artık ismini hatırlayamadığım terapistim, benden mutlu olduğum bir anımı canlandırmamı istemişti kafamda. Benim o gün gözümü kapadığımda, gözümün önüne nedense, çocukluğumun ve ilkgençliğimin neredeyse tüm yazlarını geçirdiğim yazlık gelmişti. Görüntü kadar, bir hissiyat: bir ağustos öğleden sonrasının resmi, sesleri, hissi. Ağustosun sonlarına doğru. Pırıl pırıl bir güneş, masmavi bir gökyüzü. Öğleden sonra üç gibi saat, etraf ağustos böcekleri dışında sessiz, herkes öğle uykusunda. Ağustos böcekleri ısrarla car car car car bağırıyorlar. Kucağımda kitabım, balkonda oturduğum yerden bahçedeki kayısı ve şeftali ağaçlarının ve deniz kenarındaki iki evin arasından denize doğru bakıyorum. Denizin üstü, tam o saate özgü güneş ile ayna gibi parlıyor. Buradan aklıma başka bir resim geliyor: deniz kıyısında, tam o baktığım tarafta kumlara inen taş merdivenlerde oturan ben. Eylül günbatımlarının sesi, renkleri, hissi. Sonbaharda, yazlıkta kimsecikler kalmadığında, güneş batarken deniz kıyısında merdivenlerde tek başıma oturur, denizin yavaş yavaş renk değiştirmesini seyrederdim. Elimde genelde ya bir kitap, ya bir defter ve kalem olurdu. Kimsecikler olmazdı etrafta. Bir tek biteviye bir gelip bir giden denizin sesi. Bazen açıklardan geçen bir balıkçı kayığı. Güneş batarken deniz gökyüzü ile birlikte turuncu, pembe, menekşe sonra yavaş yavaş laciverte dönerdi. Hava kararırken zaman uzardı sanki. Kalkıp eve, akşam yemeğine, insanlara, ışıklara dönmek zor gelirdi.

Üççınar, Kapıdağı, Eylül 2013.

Üççınar, Kapıdağı, Eylül 2013.

Kendimi mutlu hissettiğim anları hatırlamam istendiğinde çocukken yazlıkta sessiz sakin, yalnız başıma olduğum dakikalari hatırlamam o zaman bana ilginç gelmişti. Sonuçta yazlıkta mesela bir dolu güzel anım var arkadaşlarımla beraber. Şimdi başka zamanlar, başka yerler de geliyor aklıma kendimi mutlu düşününce; çoğunlukla doğada, genelde dingin anlar. Sonuçta, kendimizi bazı şekillerde hatırlamayı tercih ediyoruz. Kimliğimizi o anıları kullanarak anlatıyoruz kendimize. Benim de mutlu olduğum anlarımı bu şekilde hatırlamamın, bugün kendime “ben böyle bir insanım” diyebilmek istememle ilgisi var herhalde. (Bunun üzerine ayrıca yazmak lazım belki).

Continue reading

Şehrimi kaybettim, hükümsüzdür…

Erenköy, 1982.

Erenköy, 1982.

20’li ve 30’lu yaşlarımın önemli bir kısmı doğup büyümediğim, yani aslen “yabancısı olduğum” bir ülkede geçti. Doğduğum, büyüdüğüm şehirden bir gün, iki bavul ile ayrılıp hayatımı geldiğim yerle alakası olmayan bambaşka coğrafyalarda tekrar kurdum. Sağolsun ekonomik kriz, krizin akademik piyasalardaki yansımaları vesaire sayesinde işsiz kalana kadar, çok da emin olmasam da hayatımı o coğrafyalarda geçireceğimi sanıyordum. Ama işte, bir gün bir baktım uçaktan son kez bakıyorum dibinde oturduğum bozkıra; bir baktım pılımı pırtımı toplayıp dönmüşüm doğduğum şehre, büyüdüğüm mahalleye. Bu sefer iki bavul, bir bisiklet ve 20 kadar kutu ile.

Dönüş kolay değildi tabii. Alıştığım, sevdiğim, bir şekilde seçtiğim yerden oluyordum, hem de istemeden; dostlarımı, alışkanlıklarımı ve en azından bazı hayallerimi geride bırakıyordum. Taşınma telaşı sırasında bana yardım ederken üzüldüğümü gören bazı arkadaşlarım “ama olsun bak evine dönüyorsun, o kadar kötü değil” diye moral vermeye çalışıyorlardı: “You are going back home.” Continue reading